3 Mart 2015 Salı

Kuşlar

Gözün alabildiği her yer suyla kaplıydı. Günlerce suyun üzerinde yol alan gemideki insanlar ufku gözlediler. Bir toprak parçası, bir kayalık, bir ağaç dalı görmek umuduyla baktılar suya. Güneşli bir günde kanat çırptı beyaz güvercin bulutlara doğru. Nuh’un ellerinden havalanan güvercin günler sonra ağzındaki defne dalıyla özgürlüğün müjdesini getirmişti. Dünyanın yeniden başlangıcı, insanlığın umudu, özgürlüğün adı kanatlarla gelmişti binlerce yıl öncesinden insanlığa.

Benim özgürlüğe adım atışım da yıllar öncesinden başladı. İlk sokağa çıkışım 5-6 yaşlarında olmuştu. Sokak değildi aslında ilk adım attığım yer. Bir kaç metre ötedeki komşumuz Mesude teyzelere gitmekle başladı. Mesude teyzenin bir torunu vardı, Kenan. Benden birkaç yaş büyüktü. Onunla oynamak için gider gelir olmuştum. Evleri bahçe içerisindeydi. Yeşil bahçenin içerisinde bir köşede bir kafesin içerisinde, arada sırada sesini işittiğim bir keklik vardı. Ağaçların tepesinde, göklerin mavisinde olması gereken keklik, ağaçtan yapılmış parmaklıkların arkasındaydı. Adına türküler yakılmış olan kınalı keklik düz ovada avlanmış, ağaç bir kafesin içinde hapsedilmişti. Benim özgürlüğüm vardı, onunsa belli olmayan bir geleceği.

Biraz büyüdükten sonra özgürlüğüm daha da genişlemeye başlamıştı. Bu sefer sokak, zamanımın bir bölümünü geçirdiğim yerlerden biri olmuştu. Arkadaşlarım çoğalmaya başlamış, top, misket, gibi şeylerin yanında oyuncak silahla da tanışmıştım. Bunların yanında kendi yaptığımız telden arabalar ve sapan çocukların en büyük eğlencesiydi. Sapan yapmak için bir ağaç dalı kullanılır, lastik takılır ve kuşlara taş atmakta kullanılırdı. Kuş vurmak büyük hünerdi çocuklar için. O yaşta öldürme içgüdüsünü öne çıkaran bir küçük silahtı sapan. Plastikten yapılmış sapan satan bakkallar bile vardı. Ne o yaşta ne de başka zaman, ne sapan yaptım, ne de bir sapanım oldu.

En özgür olduğum yıllar İstanbul’da geçti. Vapurların arkasına takılan martılara simit attım yıllarca. Yurt odasının penceresinden yaban güvercinlerini besledim elimle. Cama vurulan gaga sesiyle uyandım zaman zaman. Her gökyüzüne baktığımda imrenerek seyrettim uçan kanatları. Onlar özgürlüğün kanatlarıydı. O güzel varlıkların resimleri dolabımı süsledi. Resimlerini çizdim kağıda, özgür kanatlarını yazdım kelimelere, şiirlere.

İnsanoğlu büyüdükçe daha gaddar, daha acımasız olur. Doğanın en güzel parçası olan kuşlar, bu acımasız düzen içerisinde büyük yara alırlar. Avcılık denen zorbalık, genlerden taşınan olguyla kendini gösterir. Kendi keyfi için vurur, parçalar ve bundan da haz alır. Lafa geldiğinde adı spor olur. Adına dernekler kurulur, televizyon kanalları açılır. Yakalanan kuşlar ya ölümü tadar kör bir bıçağın altında ya da sonlarını beklerler bir kafesin parmaklıkları arkasında.

Avcıların yanında bir de kuş sevenler vardır. Adına dernekler kurulan kuş sevenler. Kanarya sevenler derneği, çatısında güvercin yetiştirenler, evininin bir köşesinde bülbül sesi dinleyenler, muhabbet kuşu besleyenler. Farkına varmazlar, kanadın ne için yaratıldığının. Özgürlüğü ellerinden alınmışların ağzından çıkan feryatları duymazlar. Görmezler gökyüzünün güzelliğini, duymazlar güneşe doğru süzülen kanatların sesini.

İnsan doğayı kirletir. Şehirler büyür, doğa küçülür. Parklarda doğa arayışı başlar, kuşlara yem atar çocuklar, arkasından koşarlar. Çocuklar artık kuşlara sapanlarla saldırmıyorlar ama çocuk olmayanlar kuş yemi satan yaşlı kadının tezgahını dağıtıyor hala. İnsanın sevgisine her zaman karşılık veren kuşlara atılan birkaç tane buğdayı bile çok gören insanoğlu yine acımasız.

Onlar ki acımasızlar, yeşile, maviye, beyaza düşman, avcılıktan gelen genleriyle.

Hala özgürlüğe düşmanlar

Bilmiyorlar ki ağzında defne dalıyla gelen beyaz güvercinin umuda kanat açtığını

Bilmiyorlar ki o beyaz güvercinin kanadında özgürlük taşıdığını

Bilmiyorlar ki özgür yaşamın anlamını..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder